22 Ağustos 2014

‘SONSUZLUĞA...’ ULAŞMA SERÜVENİNDE BİR YOLCU: İLHAN KOMAN / İlhan Koman: A Voyager in an Odyssey “To Infinity...”







İlhan Koman, günümüzün (hem zaman hem de mekânsal bağlamda) evrensel nitelikler taşıyan az sayıdaki dünya sanatçılarından biridir. Sokrates’in öğrencisi Platon’un “idealar dünyası” olarak sözünü ettiği bir kusursuz evrenin sanatçısıdır sanki: Öğrenciliğinden ölümüne kadar olan üretim sürecinde, insanı, doğayı, mimari bilinci, matematik / geometri / fizik olgularını, bilimsel prensipler ve güncel teknolojiyi incelemiş, bu araştırmalarından yola çıkarak ürettiği yapıtlarla ‘özgün sanatçı’ tanımının gerçek bir öznesi olmuştur. Çok farklı malzeme seçimi, bu malzemeyi kullanırken gösterdiği  (Abidin Dino’nun deyişiyle “malzemeye işkence ettiği”) radikal uygulamalar, farklılaşan, çeşitlenen, biricikleşen biçim ve anlatım zenginliği ile karşılaşırız onun yapıtlarına bakarken. Yaşı ilerledikçe dünyaya ilişkin ilgisi ve biçem dili gençleşen, yapıtlarıyla oyun oynuyormuş izlenimi verirken izleyici yakalayan, şaşırtıcı, çarpıcı ve düşünerek anlamaya çağıran bir sanat anlayışının temsilcisidir Koman. Titizlikle hesaplanmış kompozisyonlarında, uzam bilincini, kütle dağılımı ve plastik dengeyi, dokuyu, değişken ve devingenlerin sistemini buluruz dikkatle bakarsak. Heykel sanatının temel ögeleri konusunda adeta bir ders niteliği taşıyan tasarımları, tüm bilimsel kurgularına rağmen deneysel bir öngörüyle de yoğrulmuştur. Koman için malzeme, yapıtın anlam bütünlüğünün bir parçasıdır. Sanatçı her malzemenin kendine özgü karakterini ortaya çıkarmak için onun sınırlarını zorlar, bu sınırları yapıtına aktarmaya çalışır. Maddenin ve doğanın içindeki sonsuz olasılığın ve devinimin kendine özgü dile getirilmiş prototipleridir bu çalışmalar. 1956-1965 arası on yıllık demir çağının ürünleri bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle boşluğu parçalar. Kilden oluşturduğu yapıtlar için dönmek, eğilip bükülmek, durmaktan daha kolaydır sanki. 70’lerden itibaren İlhan Koman, sanata sezgi ve yaratıcılığa yer bırakan, sistemli bir araştırma olarak bakmaya başlar. Doğanın uzay boşluğunu nasıl yonttuğunu, yüzeylerin ve biçimlerin sırrını araştırırken, kendisiyle aynı gizemin peşindeki başka bilgelerle, matematikçilerle ortaklığa girer. Sanatçı, evrenin şiirsel düzeni ve matematiğin gizemi arasında bir bağlantı kurmuş olmalıdır. Onun, 70’lerden itibaren yarattığı eserler, geometrik birer soyutlama olarak şiir, akıl ve matematiğin birleştiği bir düzeyin tasarımlarıdır. İlhan Koman’ın idea ve gerçeklik tanımları, sanatın, bilimin, yaratıcılığın ve keşfin iç içe geçtiği bir evrende olgunlaşır. 1975-1985 yılları arasında ahşap, metal ve sentetik malzemelerden ürettiği yapıtlar yerçekimine meydan okuyarak yükselir. Rotor’larını rüzgârı yontarak yapmış, doğanın gücünü malzeme olarak kullanmıştır. Onun yarattığı şiirsel biçimlerde yerçekimi, esneklik, denge ve devinimi doğanın bildiğimiz sınırlarını zorlayacak biçimde kullanılmıştır. Bu yepyeni ve güzel biçimlerin, bilimsel dünyada ait oldukları bir yerleri, bir gerçeklikleri vardır. Her biri mühendislikte, mimaride ya da fizikte sorulmuş bir sorunun yanıtı gibidir. Ünlü bir kuramsal fizikçi, İlhan Koman’ın keşfi olan hiperformları gördüğünde, bu formların o güne kadar çözülememiş olan kristallerin yapısıyla ilgili gizeme ışık tutacağını söylemiştir. Koman’ın üstünde çalıştığı esnek çok-yüzlüler kapandıklarında iki boyuta inen nesnelerdir. Bu özellikleriyle onlar, hava ve uzay araçlarında ya da geleceğin uzay yapılarında işlevsel olabilecek birer buluştur. Komanrotoru adıyla anılan, rüzgârın gücüne göre yüzeylerini ve dolayısıyla hızlarını ayarlayabilen tasarımların, 1970’lerde yoğunlaşan alternatif enerji arayışlarına katkısı olmuştur.
Kimi zaman izleyici de malzeme kadar yapıtın ve devinimin bir parçasını paylaşır; Derviş (1975) ve Yuvarlanan Kadın (1983) gibi yapıtlarda, devinimi başlatan izleyicinin doğrudan katılımıdır. Sonsuzluk Eksi Bir türevlerinde, Sonsuz Sütun’da, Hiperformlarda devinim izleyicinin imgeleminde süreklilik kazanır, form sonsuzluğa uzanır.
1970’lerin sonunda başladığı Sonsuzluk Eksi Bir serisi onun hep ilgilendiği bu konuların en iyi yansımalarını ortaya çıkarmıştır. Sonsuzluk Eksi Bir serisi, burada kendi çiziminde gördüğümüz





birim ögeyi temel alan, yinelenerek farklı biçimler oluşturan bir türevler grubudur. Edirne’de çocukluğunda yaptığı uçurtma kuyruklarını andırdığı yakıştırması atfedilebilecek, belki de bu yalın “çocuksu” düşünceden yola çıkarak, sonsuzluk kavramını biçimlendirme olanaklılığının anahtarını stilize ettiği söylenebilecek bir form. Her yapıtta kavramın farklı bir türevinin sunulmasıyla oluşan seri karşımıza üç boyutlu olarak çıkar. Bu süreçte Koman, alüminyum, ahşap ve paslanmaz çelikten modeller üretmiş, hatta İsveç’te Huddinge Hastanesi için anıtsal boyutta yapacağı bir uygulamada çelik kullanmayı denediğinde çeliğin bu boyutlara uygun olmadığını gözlemlemiş, “Keşke titanyumdan yapabilseydik” demiştir. Kullanılan malzemelerin doğasıyla fikirlerinin tamamına yer açabilmek için gerekli esnekliği elde etmek ister. Günümüzde, yapıtlarının tasarım yapısını vurgulamak, dönüş ve dalga sayısını göstermek için bir yüzeyi farklı renk ve tonda olacak biçimde serinin yeniden titanyumdan üretilmesine girişilmiştir.
Koman, formların ardındaki evrensel düzeni sezgiyle kavrar ve bu düzen içinde keşifler yapar. Hiperformlar, Moebius bandı, Sonsuzluk Eksi Bir türevleri, 1975-86 yılları arasında yaptığı her tasarım, doğadan soyutlanmış tek bir ‘inşa ilkesi’nin farklı sunumlarıdır. Söz konusu ilke, temellerini bin yıllar önce bulan ‘Altın Oran’ yani form estetiğinin ardındaki sayısal düzendir. Bu düzenin fraktal kökeni ‘altın spiral’ her yerdedir. Evren onu izleyerek uzanır. Koman’ın eserleri işte bu fraktal biçimin öznel yorumlarıdır. Onlar sanki insan eliyle  yapılmamış, bir rastlantı sonucu keşfedilmiş gizemli varlıklardır. Evrenin kodlarını taşıyan, uygarlığın temelini oluşturan ‘idea’lar gibi.
İsveç Parlamentosu’ndaki Kraliyet Arması rölyefini tasarlamış ve arkasına bir not bırakmıştır: “Hayatın bir cilvesi, sizin devletin alamet-i farikasını da bir kara kafalı yaptı”. Irkçılığın çirkin yüzünü görmüş, kendi yaşamını tarihsel gelenekten, siyasi ve kültürel otoritelerden korumak için savaşmış, evrensel bir sanatçı olarak varolmuştur.
Koman’a göre insan her şeyin ölçüsü olduğu zaman kent, içinde yaşamaya değer bir yer olacaktır. Bu düşüncede soyutlama, insanı ve mekânı hedef alır, onları tarihin içindeki geçici kimliklerinden sıyırır, sonsuzluğun içine bırakır. Amacı, insanlara yaratıcı, öznel bir bakış açısı kazandırmak, içinde yaşadıkları koşulların tek ve mutlak olmadığını hatırlatmaktır. Sanatçı, insana özgürlüğünü ve gücünü geri verecek, taptaze bir gerçeklik düzlemi yaratmak adına çalışmalıdır. İlhan Koman ve arkadaşlarının 1955'te kuracakları Türk Groupe Espace'ı da bu uluslararası örgütlenmenin bir parçası olarak, bu amaçlar doğrultusunda etkinlik göstermiştir.
İlhan Koman’ın kimi yapıtlarına bakan insan ‘bengi dönüş’ün bir imgesiyle karşılaşır. Önyargılarından, öğretilmiş inançlarından ve değerlerinden soyunur, özgürleşir. Çalışmalarını anlatan bir yazısında “Bir nesnenin sanat olması için, has, öz, gerçek olması gerekir. Sanatta tek ölçü budur. Sanatın kopya, özenti, taklit olmayan, kendi kendine bir olay olması gerekir. Bu, küçük veya büyük de olur, obje de eşya da olur, figüratif veya non-figüratif de olur. Bütün sorun tek ve gerçek olmasıdır... Bir de Racine’in sanatı tarifi vardır: Sanat, hiçbir şeyden bir şey yapmaktır. Ben bazen çalışmamdan memnun olmayınca, kendi kendime küfür ve alayla Racine’in lafını tersyüz edip, şimdi bir şeyden hiçbir şey yaptın be mübarek adam, derim. Aslında sanat, bence insanın bilinmeyene doğru çıktığı bir serüvendir. Sanatçı, devamlı kendisini yenileyebilmelidir” demiştir.




İlhan Koman  (Edirne 1921 - Stockholm 1986)
1940’de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin (İDGSA) resim bölümüne girdikten bir yıl sonra heykel bölümüne geçerek Prof. Rudolph Belling’in öğrencisi oldu. Mezun olduktan sonra 1947’de devlet bursuyla gittiği Paris’te çalışmalarını l’Académie Julian ve l’École du Louvre’de (1947-1951) sürdürdü, ilk kişisel sergisini yine burada açtı. İlk demir heykellerini 1951-1958 arasında İDGSA’da asistanlık yaptığı yıllarda üretti. Aynı yıllarda Şadi Çalık, Sadi Öziş ve Mazhar Süleymangil ile birlikte “Kare Metal”i kurdu. 1955 yılında André Bloc’un “Groupe Espace 1951” manifestosuna katılarak Hadi Bara ve Tarık Carım ile birlikte Türk “Grup Espace”ını kurdu. 1957’de EXPO Fuarı’ndaki Türkiye Pavyonu’nda heykel yapmak üzere aldığı çağrı üzerine Brüksel’e gitti. 1958’de İsveç’e yerleşti. İsveç Uygulamalı Güzel Sanatlar Akademisi Konstfackskolan’da öğretim üyeliği görevini 1986 yılına dek sürdürdü. 1965’de iki direkli bir Baltık ticaret ve kargo gemisi olan M/S Hulda’yı alarak 1905 yapımı bu yelkenli gemiyi evi ve atölyesi olarak restore etti, 1986 yılında ölümüne dek Drottningholm’da bu gemide yaşadı ve üretti. Son döneme ait çalışmalarının çoğunluğu, anıtsal ölçekte gerçekleştirilmek üzere hazırladığı projelerinden oluşmaktadır; bu çalışmalardan bir bölümü İsveç Patent Bürosu tarafından tescil edilmiştir.
Türkiye’de özellikle Anıtkabir Rölyefleri, Akdeniz Heykeli, çeşitli bronz ve demir yapıtlarıyla tanınır. Yenilikçi malzeme ve yöntemin araştırılmasına dayanan yapıtlarından bazıları, Moderna Museet (Stockholm), Musée d'Art Moderne de la Ville de Paris (Paris), Museo J. Battle (Montevideo), Museum of Modern Art/MoMA (New York), Devlet Resim ve Heykel Müzesi (İstanbul), Palais des beaux-arts de Bruxelles, Seattle Art Museum (Seattle), santralistanbul (İstanbul), Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüsü (İstanbul) gibi önemli müze ve kurumların koleksiyonlarında bulunmaktadır.






                                                                                                     

İlhan Koman: A Voyager in an Odyssey “To Infinity...”




İlhan Koman is one of today’s rare world artists that bear universal value (in terms of both space and time). He seems to be an artist from the perfect world which Plato, the student of Socrates, has depicted as the "world of ideas": In the course of his production, from his student years to his death, he studied the people, the nature, the architectural consciousness, the mathematical /geometrical/physical phenomena, as well as the scientific principles and the current technologies. The works that he produced from these studies have made him an epitome of that which defines the "genuine artist". His work communicates to us his choice of diversified materials, the radical practices that he has exploited by manipulating (in Abidin Dino's words, "by tormenting") the material, and a dissociated, diversified, singularized wealth of forms and narratives. Koman is the representative of an artistic understanding in which his curiosity in the world and his formal language grow younger as his age grows older, which captures the viewer with a playful impression, which invites the viewer to an understanding through bewilderment, intensity and thought. If we look carefully we will identify, in his scrupulously calculated compositions, an awareness about space, a distribution of masses, a plastic equilibrium, a fabric, and a system of the variable and the dynamic. His designs, which bear the quality of a lecture on the basics of the art of sculpture, are, as well, wrought by an experimental vision in spite of their scientific construct. Material is part of the work’s contextual integrity in Koman.  He has always challenged the limits of the material to reveal its unique properties and sought to translate these limits into his work. These works are the prototypes of the endless possibilities and of the dynamics expressed in their distinctive language. The products of his 10-year iron period from 1956 to 1965 dissociate space with a persistent energy. His clay works seem to find it easier to whirl, to bend and to twirl than to stand still. In the 70s İlhan Koman began to regards art as a systematic form of research that leaves room for intuition and creativity. While researching on how nature has sculpted space, on the secrets of planes and forms, he began collaborating with other scholars, with mathematicians who seek to unravel the same kind of mysteries. The artist has, without doubt, built a connection between the poetic scheme of the universe and the mystery of mathematics. The works which he created after the 70s are the designs of a level where poetry, reason and mathematics coalesce as geometrical abstractions. İlhan Koman’s definitions of idea and reality mature in a universe where art, science, creativity and innovation intertwine. The works he produced between 1975 and 1985 using wood, metal and synthetic materials stand tall in defiance of gravity. He sculpted the wind to build his Rotors, he used the power of nature as material. His poetic forms use gravity, flexibility, equilibrium and motion to challenge the known limits of nature. These all-new and spectacular forms each have a reality and a place in the world of science. Each seem to be the answer to a question in engineering, in architecture or in physics. Seeing İlhan Koman’s innovative hyperforms, a renowned theoretical physicist had said that these forms would shed light on the structure of the crystals –an enigma unsolved at the time. The flexible hyperforms that he produced are reduced to two-dimensional objects when folded. This property makes them each an invention that can be exploited in air and space vehicles, or in the space structures of the future. His so-called Komansrotor designs whose planes, hence speed, adjust to the force of the wind have contributed to the search for alternative energies that had intensified in the 70s.  

In some cases the viewer becomes as much a part of the work and its movement as the material itself, and it is the direct participation of the viewer that triggers the movement of the work, as is in the Dervish (1975), and the Rolling Lady (1983). The movement extends in the imagination of the viewer and the form continues into infinity in the Infinity Minus One derivatives, in the Endless Column, or in the Hyperforms.

The Infinity Minus One series which he began in the late 70s best reflect these topics that he dealt with. The Infinity Minus One series is a group of derivatives which bases on the elemental unit shown here in his own drawing,







and which creates new forms through reiteration. Setting out, perhaps, from a simple ‘youthful’ thought that can be attributed to an association with the tails of the kites that he had made in Edirne in his childhood years, this is a form that can be said to stylize the key to the possibility of shaping the notion of infinity. Created by presenting a different derivative of the same concept in every work, we see a three-dimensional series. In this process Koman produced models using aluminum, wood, and stainless steel, and in fact, when he attempted to use steel in the production of a monumental-scale version for the Huddinge Hospital in Sweden, finding that steel was inadequate for such large-scale implementation, he exclaimed: “If we could only produce this in titanium.” His desire was to exploit the nature of the material to achieve the flexibility he needed to make room for all his ideas. Today, the series is being re-produced in titanium, using different colors and shades on the surfaces, accentuating the structure of the design and showing the number of turns and waves.

Koman intuitively apprehends the universal order behind forms and makes discoveries in harmony with this order. The Hyperforms, the Moebius Band, the Infinity Minus One derivatives –every design that he created from 1975 until 1986 are the different presentations of a single ‘structural principle’ that has been abstracted from nature. This principle is the ‘Golden Ratio’ that finds its roots dating back thousands of years, in other words, it is the quantitative order underlying formal aesthetics. The fractal root of this order, the ‘Golden Spiral’ is everywhere. It is by which the universe extends. Koman’s works are the subjective interpretations of this very fractal form. In a manner they are not artifacts but mysterious beings fortuitously discovered. Like ‘idea’s that bear the coding of the universe, that constitute the foundation of civilization.

He prepared the Coat of Arms for the Swedish Parliament and put a small note on its backside: “A twist of life. Your countries insignia was made by a dark-head” He saw the ugly face of racism, he fought to protect his personal life from historical tradition, political and cultural authorities, and existed a universal artist.

For Koman, the city would be worth living in when people become the measure. The abstraction in this aims at man and space, strips off their temporary identities within history, and places them into infinity. Its purpose is to give people a creative, subjective viewpoint, to remind them that the conditions they live in are not one and absolute. The artist must work to create a fresh plane of reality that will give back man’s freedom and power. The Turkish Groupe Espace which İlhan Koman and his friends founded in 1955 acted in this vision as part of the international organization.

Viewers looking at İlhan Koman’s certain works will see the image of the ‘eternal return’. They will strip-off and liberate themselves of their preconceptions, taught beliefs and values. In a text where he explained about his work he wrote: “For an object to be art, it has to be pure, genuine, and real. This is the only measure of art. Art must be an event on its own, and not a replica, nor a pretense, or an imitation. It can be small or big, it can be an object or an item, it can be figurative or non-figurative. The only issue is that it must be one and true... Then, there is Racine’s description of art: Art is to make something out of nothing. Sometimes when I’m not happy with my work I curse to myself, I mock myself, then turn Racine’s words around and say to myself, ‘there, you good man, you made nothing out of something’. Indeed, to me, art is man’s quest into the unknown. The artist must be able to continually renew himself.”



İlhan Koman (Edirne 1921 – Stockholm 1986)

İlhan Koman entered the İstanbul Academy of Fine Arts in 1940; after studying painting for a year he transferred to the sculpture department and studied with Prof. Rudoph Belling. After his graduation he received a state scholarship and went to Paris in 1947 where he worked in l’Académie Julian and l’École du Louvre, and opened his first solo exhibition (1947-51). He produced his first iron works in İstanbul between 1951 and 1958 at the Academy’s sculpture department and workshop of which he was the co-founding instructor. In the same years he started the furniture company “Kare Metal” together with Şadi Çalık, Sadi Öziş, and Mazhar Süleymangil. In 1955 he joined André Bloc’s “Groupe Espace 1951” and declared the Turkish “Groupe  Espace” together with Hadi Bara and Tarık Carım. In 1957 he was invited to the Brussels World Fair to represent Turkey. In 1958 he moved to Stockholm where he took a professorship at the Swedish School of Arts Crafts and Design, Konstfackskolan, and lived here until his death in 1986. In 1965 he bought the two-mast Baltic schooner and cargo ship M/S Hulda and made this 1905-made sailing ship into his home. M/S Hulda was to be his home and workshop until his death. His latest work mostly consists of project design to be actualized in large-scale. Some of these projects are registered with the Swedish patent Office.

In Turkey he is best known for his relief at Atatürk’s Mausoleum, and various bronze and iron works. His works that span a wide range of innovative materials and methodologies are presently found in the collections of Moderna Museet, Stockholm; Musée d'Art Moderne de la Ville de Paris; Museo J. Battle, Montevideo; Museum of Modern Art (MoMA), New York; National Museum for Painting and Sculpture, İstanbul; Palais des Beaux-Arts (BOZAR), Brussels; Seattle Art Museum, Seattle; santralistanbul and Boğaziçi University, Istanbul.



(Translation: Mine Şengel)















Yıldırım Arıcı