Çok yoktu sabah ışığının sarıtopaz çiğlerde kırılmasına.
Yazanlar Yokuşu’nun en kara miyam kedisi, kentin en sevilen evinin bahçesinden sokağa fırladı.
Bir Oregon ezgisi duyulur gibi oldu, sessizlik sonra.
Bindiler karton kutu parçasına.
Kent biraz önce gecenin işçileri tarafından beyaza boyanmış, Magritte ayının gülümseyişini içine çekercesine yalnız.
Sokak yukarı doğru kaydı kutunun altında.
Öyle geliyordu ki onlara, kayan, düşmemek için birbirlerine tutunan kendileriydi.
Boyanın da kar olabileceğini uslarına getirdikleri hâlde, açığa, açıktan açığa söylemeğe çekindiler nedense.
Çay içmekten –nasıl olduysa- vazgeçip, hitit papazlarının kara şarabından almışlar, şişe ucunda yetişen mantarı koparmağa kıyamamışlardı.
Baltan yanında mı?
Bakmalıyım.
Saçlarını karıştırdı şöyle bir, zirkon keski ışıldadı.
Buldum, yanımdaymış.
Gülerek aldı baltayı, dilim ekmeğe sürülü cevizlibiber yer gibi kesti kafasını mantarın. İşi bitmişti mantarın.
Aman tanrım! Bakamıyacağım.
Kankara sızıyordu şişenin yarasından.
Sokak kayıyordu hâlâ.
Böyle giderse Kader Sokak’ın altlarından geçeçeği kesinmiş diye düşünülebilirdi.
Düşündüler de.
Kader’in yapabileceği başka bir şey yoktu artık; geçmeliydi istese de, istemese de.
Salıncaklar, üstlerinde sosyetik isviçre pastalarıyla salına sallana yaklaştı, arkalarında kaldı sonra.
Beytepe’de deliyel vardı, vardı ya, çamlar korur onları.
Irzına geçilen Polyana’nın erken doğurduğu piçdi gelecek zaman.
Kader, şimdi de onunla kırıştırıyor, üstü buzul, kayıp geçilebiliyordu ıraklara.
Hava.
Soğuktu hava.
Klaus, oralardan, çok çok yakın oralardan, yıkık kalenin burçlarından, bir likyarya söylüyüyordu donuk diyez anahtardan.
Dan dan.
Yankı vardı.
Yılanlar yıldıradı; boşa aktı ağu.
Kale surları yıkık, sağlam.
Kurduk işte; okyanus aşılır saçlara tutuna tutuna.
Gözler söyledi ya; fanusta kalacak sözveriyorumlar.
(1984)
Yazanlar Yokuşu’nun en kara miyam kedisi, kentin en sevilen evinin bahçesinden sokağa fırladı.
Bir Oregon ezgisi duyulur gibi oldu, sessizlik sonra.
Bindiler karton kutu parçasına.
Kent biraz önce gecenin işçileri tarafından beyaza boyanmış, Magritte ayının gülümseyişini içine çekercesine yalnız.
Sokak yukarı doğru kaydı kutunun altında.
Öyle geliyordu ki onlara, kayan, düşmemek için birbirlerine tutunan kendileriydi.
Boyanın da kar olabileceğini uslarına getirdikleri hâlde, açığa, açıktan açığa söylemeğe çekindiler nedense.
Çay içmekten –nasıl olduysa- vazgeçip, hitit papazlarının kara şarabından almışlar, şişe ucunda yetişen mantarı koparmağa kıyamamışlardı.
Baltan yanında mı?
Bakmalıyım.
Saçlarını karıştırdı şöyle bir, zirkon keski ışıldadı.
Buldum, yanımdaymış.
Gülerek aldı baltayı, dilim ekmeğe sürülü cevizlibiber yer gibi kesti kafasını mantarın. İşi bitmişti mantarın.
Aman tanrım! Bakamıyacağım.
Kankara sızıyordu şişenin yarasından.
Sokak kayıyordu hâlâ.
Böyle giderse Kader Sokak’ın altlarından geçeçeği kesinmiş diye düşünülebilirdi.
Düşündüler de.
Kader’in yapabileceği başka bir şey yoktu artık; geçmeliydi istese de, istemese de.
Salıncaklar, üstlerinde sosyetik isviçre pastalarıyla salına sallana yaklaştı, arkalarında kaldı sonra.
Beytepe’de deliyel vardı, vardı ya, çamlar korur onları.
Irzına geçilen Polyana’nın erken doğurduğu piçdi gelecek zaman.
Kader, şimdi de onunla kırıştırıyor, üstü buzul, kayıp geçilebiliyordu ıraklara.
Hava.
Soğuktu hava.
Klaus, oralardan, çok çok yakın oralardan, yıkık kalenin burçlarından, bir likyarya söylüyüyordu donuk diyez anahtardan.
Dan dan.
Yankı vardı.
Yılanlar yıldıradı; boşa aktı ağu.
Kale surları yıkık, sağlam.
Kurduk işte; okyanus aşılır saçlara tutuna tutuna.
Gözler söyledi ya; fanusta kalacak sözveriyorumlar.
(1984)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder