3 Kasım 2008

İKİNCİ KANALIN RESSAMI

Omuzuyla başı arasındaki üçgene dikey bir tualin çiybeyazı oturtulmuş İkinci Kanalın ekranlarında. Saçları fazla sıkılmış traş köpüğü gibi çıkık elmacık kemiklerine bulaşmış. Kontrol odasındaki iki teknisyen, kahvesini yarımağız yudumlayan genç yönetmenin bezgin komutlarına ışıklı, dimerli, bol düğmeli panelin üzerinde küçük, kesik parmak devimleriyle karşılık verirken döner koltuklarına gömülmüş, onlarca monitörün ışığında kelebek olmayı bekleyen larvaları andırıyor. Yönetmen sol eliyle tel çerçeveli gözlüğünü çıkarıp masaya dikkatlice bırakırken “Genel plana geçin.” buyuruyor.
Göz tuhaf çalışır; odaklandığınız nesnenin alt, üst,yan uzaklarında, görüş alanının sınırlarında olup bitenleri netlemez, birbirine karıştırır, bunak bir mutfak robotu gibi dönüp durur. İlginçtir ki, işte bu esrik algılayıştan, odakta olup bitenlerden çok farklı bir dünya (!) görüşü çıkarmak işten değildir. Evrenin merkezinde olanlar sıradan, apaçık, net, meraksızlığı yinelenen işlerden ibarettir. Oysa ışık partiküllerinin bir deri bir kemik kalacak kadar zayıfladıkları karanlık nebulalarda, beyaz cüceler, kara delikler, gravyer peyniri astroidler fokur fokur kaynar, kazan kepçeye başkaldırır, dönüş formülü tersine işler, isyan yayılır, kaptanın kellesi köpekbalıklarına atılır.
Göz tuhaftır. Bakmadığınız, görmek istediğiniz olmakta direnir. Aklınızı başınızdan alır.
Bütün monitörlerin aynı anda genel plana geçtiği söylenebilir. Bir göz bunu söylüyorsa inanmayın. Gözünüzün gördüğüne aldırmayın; sizin de kelleniz isteniyor olabilir. Ama yönetmenin işi buna inanmak. Devletin İkinci Televizyon Kanalında eğitici programlar yapmak. Gözlükleri de bir pranga bir kelepçe olarak takılmış, daha iyi odaklansın diye işine.
Ressam çiybeyaz üçgeni eliyle bulandırıyor. Bir bulut çıkıveriyor gökyüzünde.
Yönetmen “Tuale zoom.” diyor. Teknisyenlerin parmakları hızla çalışıyor. Yan monitörlerde uyuyan kuşlar dans etmeğe başlıyorlar. Ressam “Şurda bir ağaç yaşarmış…” diyor. Monitörlerin ışıkları ulu ağaçların yapraklarından sızan pırıltılardan şımarıp göz kırpıyorlar. Yönetmen homurdanıp üstünde I love fishing yazılı magını dudaklarına götürüyor. Ressam dönüp tüm monitörlerden gülümsüyor ona.
“Benim işim bu, birbirinin benzeri, kişiliksiz, ,anlamsız manzara ütopyaları oluşturmak. Şurada bir iki bulut, yanlarda uzun çam ağaçları, gölün durgun sularına inen otlar, çok uzaklarda dorukları beyazlanmış tepeler… Paletinize safransarıyı bolca alın, biraz da toprak pası, az kobalt mavi, şimdi karın, iyice iyice karın. Geniş taraklı fırçanızı sert ve kesik vuruşlarla, işte şöylee şöylee ve biraz da böylee böylee, tualinize şevkatle ama sert, hem kesik kesik…”
Bu yürek işi! Göze karşı durmak, kafanızı es geçmek, uzak nebulaların soğuk astreoidlerini dizginlemek, damgalamak, sayısını bir deftere not düşmek, defteri dürüp kasaya kitlemek, göz, söz,töz, tin, kın, kan, gem, kırbaç, gözlük, düzlük, sözlük, ufuk, bulut, kuş, kiş, kaş.
Yönetmen “Kes!” diyor. İkinci Kanalın Ressamı’nın dudakları donuyor. Bir sonraki ütopyada ne yüce dağların eteklerinde ışıldayan göletlerin kıyısında süren kamışlar, ne de şu köşecikte yaşayan uluçınar bu gülüşün arkesini yeniden ısıtabilecek.
Büyük puntolu yazılar aşağıdan yukarı ekranı katederken, bizim de saçlarımız
sakallarımız kayıtsız uzayışlarını sürdürecek.

(2002)

Hiç yorum yok: