20 Kasım 2008

BİR TİBET ABDALI

Rönesans başlarında Floransa... Büyük ustalar çağı. Tüyü bitmemiş çocukların ustalara 'adam olur' diye, etiyle kemiğiyle verildiği dönemler.
Derebeylerinin, soylu takımının desteklediği atölyeler, ustalıklarını kanıtlamağa çalışan kalfalar, yardımcıları, yeni yetme çıraklar. Hükümdarların, piskoposların arasında paylaşılamayan rönesans adamları.
Böyle bir çağın dahisi olmak, uzun ince bir sabır gerektirir. Boya karmaktan, temizlik işleri yapmaktan başlayan bir yamaklığın büyük ustalığa varabilmesi için yıllar geçmelidir. Matematikten fiziğe, mimariden anatomiye, yutulacak, hatta çağın bulgularını aşacak düzeye gelmek bir ömür gerektirir.
*
Bizim abdalımızın uzun ince yolu, ortaçağdan başlayıp rönesanstan günümüze kadar gelmese de, otuz yıl öncesinden iki binlere kadar aşılmış tek kişilik bir patikadır denebilir.
David Sylvian 1978’de Mick Karn, Steve Jensen, Richard Barbieri ile birlikte 70’lerin naif rock müziğini yapan “Japan” topluluğunu kurdu. Onun bu dönemi, Tin Drum albümü ile doruğuna ulaşmış ve noktalanmıştır. Daha özellikli bir bakış açısıyla Sylvian’ın çalışmaları üç kategoride toplanabilir; solo albümler, ortak albümler ve multi medya çalışmalar.
İlk kategori Brilliant Trees (1983) ile başlar. Gone To Earth (1986) ve Secrets Of The Beehive (1987) bu kategorinin klasikleridir. Bu solo çalışmaların arkasında çok önemli müzisyenlerin de olduğunu belirtmekte yarar var; Holger Czukay, Kenny Wheeler, Bill Nelson, Ryuichi Sakamoto ve Jon Hassell bunlardan yalnız birkaçı. King Crimson’un orta direği Robert Fripp ile olan birlikteliği Gone To Earth ile başlıyor. Ryuichi Sakamoto’yla yaptıkları efsanevi çalışmaları Bamboo Houses (1982), Forbidden Colours (1983) David Bowie ile Sakamoto’nun başrollerini paylaştığı Oshima’nın “Merry Chiristmas Mr. Lawrence” filminin soundtrack’ını oluşturmuştur. Sylvian, Sakamoto’nun Heartbeat (1992) albümünde de yer almıştır.
Can’in beyni Holger Czukay ile Plight And Premonition (1988) ve Flux And Mutability (1989) çalışmalarından sonra, bir çeşit kendi geçmişine göz atış gibi değerlendirilebilecek Rain Tree Crow (1991) eski grubu Japan’in üyeleriyle yeniden buluşmasıdır.
The First Day (1993) Sylvian’ın kimi zaman karanlık ve belirsiz yolunda bir aydınlanma döneminin ürünü olarak çıkmıştır. Robert Fripp ile yürüdüğü Darshan / Road To Graceland mistik olgunluğunun delilidir. Aynı zamanda prodüktörü de olan Ingrid Chavez ile evlenmiş ve ilk çocuklarına adanmış bir albümdür. Dünya çapındaki konserlerin bir dökümü olarak da altın diskli Damage (1994) kolleksiyonculara sunulmuştur.
Dead Bees On A Cake (1999) karizma/mis/tik bir çizgide, bu kez Bill Frisell, Mark Ribot, Kenny Wheeler gibi jazz ustalarının da katılımıyla, Talvin Singh’den, Civan Gasparyan’a uzanan etnik motiflerle, yeniden ermişliğinin manifestosudur.
Üçüncü kategoride, 1984’te yayınlanan Sylvian’ın instant kolajlarının yer aldığı Perspectives adlı kitap, Preparations For A Journey adlı dökümanter film, yirmi dakikalık video çalışması Steel Cathedrals, Jon Hassell, Holger Czukay ve Steve Jansen ile gerçekleştirdiği Words With The Shaman (1985) ve Alchemy An Index Of Possibilities göze çarpar.
1987’de , İngiliz dans ve tiyatro grubu Kin için Ember Glance adlı müzikal kompozisyonu, görsel düzenlemeyi de Russell Mills ile paylaşarak oluşturmuştur. Approaching Silence (1999) Sylvian’ın da katıldığı bir enstalasyonun müzikal seyri olarak ortaya çıkar.
2000’ler Everything And Nothing, Sylvian’ın solo şarkılarını yeniden seslendirdiği bir antoloji, (2002) Camphor, bir ermişin el kitabı niteliğinde mistik titreşimler, (2003) Blemish, (2004) World Citizen, Ryuichi Sakamoto ile, (2005) The Good Son vs. The Only Daughter - Blemish remiksleri ile oldukça üretken bir dönemin başlangıcı oldu.
(2005) Snow Borne Sorrow albümü bu olgunluk döneminin kilometre taşıdır. Nine Horses adıyla biraraya gelen Steve Jansen, Burnt Friedman ve kuzeyli müzisyenlerin katılımıyla ufku genişleyen proje 2007’de Money For All ile sürdü. Son olarak geçtiğimiz aylarda When Loud Weather Buffeted Naoshima adlı çalışmayla bugüne bakabiliyoruz.

*
Gittiğimiz yer, oraya nasıl gideceğimizdir.
Eğer gittiğimiz yer, oraya nasıl gideceğimiz ise,
Gittiğimiz yerdeyizdir.
Eğer gittiğimiz yerdeysek, gideceğimiz bir yer yoktur.
Eğer gideceğimiz bir yer yoksa, belki de o yer olduğumuz yerdir.
*
Poetik bir dilegetiriş de olsa, Robert Fripp’in kurduğu mantık, bu çağdaş Abdal’ın, iki bin yılını kutlamış bir Sidarta’nın pusulası gibi...
Sylvian’ın rönesans adamına koşutluğu bir bakıma yakın, bir bakıma uzaktır. O, daha çok, doğuludur, daha çok, dünyalıdır.

Aynı ırmağa girip dururuz da, niye suyun aynı su, benin aynı ben olduğuna şaşarız! Parmenides beni affetsin.



(2007)

Hiç yorum yok: