Siyah bir kuğu gibi sahnenin içinden süzülen kuyruklu piyanonun tellerinden, yaratıcı, hedonist katiller için ne güzel suç enstrumanları çıkartılabilir! Katiller her zamanın, her kültürün en çalışkan girişimcileridir.
Lars Von Trier, kuzey avrupa kültürünün, şımarık, kendinden fazla emin yönetmenlerinden. Yıllar önce görüp de çarpıldığım (yanılmıyorsam ilk filmiydi, o zamanlar nasıl da samimiydi, son dönemde yaptıklarına katlanmak güç; şımarıklık etin çürümesinden daha çirkin kokular salar) Suç Unsurları, boz bulanık, yağmurlu ve soğuk bir iklimin şartlarına koşut insan ilişkilerine, sanki soğukkanlı bir katilin otopsi yapıyormuş gibi çözümlemeleri beni derinden etkilemişti.
Eğer insan, insan olmaklığını mekân ve zamandan bağımsız olumlayabiliyorsa, küçükasyanın orta bir yerinde, sıradan bir küçük kentinde, diyelim Bayburt ya da Kastamonu’da, kim bilir Şereflikoçhisar’da, bizim, bize uyan temel suç unsurlarımızı kim, hangi Von Trier, nasıl çözümler? Hadi Danimarka’daki kasabayı Bayburt’la değiştirdiniz, WV kaplumbağanın ön kaputunda, aritmik çalışan sileceklere tutunmuş bir kadını beceren eski bir dedektifi kiminle değiştirirdiniz? WV’yi Doğan SLX ile değiştirince işler kolaylaşır mı? Adam eski bir korucu olsun, kadın da kasaba genelevlerine düşmüş orta bir terk. Buyrun çıkın işin içinden; Yeşilçam filmlerindeki sakil estetik yinelenmiş olmaz mı?
Bizim kültür unsurlarımıza kim otopsi yapar, cinayeti kim çözümler? Kimdir bizim Burroughs’umuz, Brecht’imiz, Wittgeinsten’ımız, kimdir Warhol, Bowie, Weill adında bu topraklarda yaşayan? Kubrick Yeşilçam’da mı? Foucault hangi üniversitede seminer verir?
“Yaşam, bir varlığın, arzulama yetisinin yasalarına göre eylemde bulunabilme yetisidir. Arzulama yetisi, bu varlığın tasarımları aracılığıyla, bu tasarımların nesnelerinin gerçekliğinin nedeni olma yetisidir. Haz, nesne ya da eylemle yaşamın öznel koşulları, yani bir tasarımın, nesnesinin gerçekliğinin nedeni olabilmesi (ya da öznenin, nesneyi gerçek kılıp ortaya çıkaracak eylem yönünde güçlerini belirlemesine yol açabilmesi) arasındaki uygunluğun tasarımıdır.”
Immanuel Kant çarşı içindeki lahmacun-pide salonunun sahibi midir? Neden pratik aklı eleştirir? Suç otopsisi, bir kültürün canileriyle kurbanları arasındaki ince arzulama yetisinin tasarımlarını çözümleyebilir mi?
Habire sorular sorup, garip analojiler kurmak, dolunay gecelerinde uyuyamayanların delirmeye karşı uyguladıkları en etkili silahmış! Oysa ben bunu her zaman kullanır oldum. Ne de olsa (Trier’inki değil ama) bir başka coğrafyanın ikmale kalmış tarih öğrencileri kuşatmış çevremi; kurtuluşu, kaçarı yok!
Hem Dostoyevski hem Gogol ile görüştüm; Hatıralarımı yeniden yazıyorum, şu popkültürümüzün postgerzek sanatçılarından kaçıp gizlendiğim
yeraltından,
notlar halinde!
(2000)
Lars Von Trier, kuzey avrupa kültürünün, şımarık, kendinden fazla emin yönetmenlerinden. Yıllar önce görüp de çarpıldığım (yanılmıyorsam ilk filmiydi, o zamanlar nasıl da samimiydi, son dönemde yaptıklarına katlanmak güç; şımarıklık etin çürümesinden daha çirkin kokular salar) Suç Unsurları, boz bulanık, yağmurlu ve soğuk bir iklimin şartlarına koşut insan ilişkilerine, sanki soğukkanlı bir katilin otopsi yapıyormuş gibi çözümlemeleri beni derinden etkilemişti.
Eğer insan, insan olmaklığını mekân ve zamandan bağımsız olumlayabiliyorsa, küçükasyanın orta bir yerinde, sıradan bir küçük kentinde, diyelim Bayburt ya da Kastamonu’da, kim bilir Şereflikoçhisar’da, bizim, bize uyan temel suç unsurlarımızı kim, hangi Von Trier, nasıl çözümler? Hadi Danimarka’daki kasabayı Bayburt’la değiştirdiniz, WV kaplumbağanın ön kaputunda, aritmik çalışan sileceklere tutunmuş bir kadını beceren eski bir dedektifi kiminle değiştirirdiniz? WV’yi Doğan SLX ile değiştirince işler kolaylaşır mı? Adam eski bir korucu olsun, kadın da kasaba genelevlerine düşmüş orta bir terk. Buyrun çıkın işin içinden; Yeşilçam filmlerindeki sakil estetik yinelenmiş olmaz mı?
Bizim kültür unsurlarımıza kim otopsi yapar, cinayeti kim çözümler? Kimdir bizim Burroughs’umuz, Brecht’imiz, Wittgeinsten’ımız, kimdir Warhol, Bowie, Weill adında bu topraklarda yaşayan? Kubrick Yeşilçam’da mı? Foucault hangi üniversitede seminer verir?
“Yaşam, bir varlığın, arzulama yetisinin yasalarına göre eylemde bulunabilme yetisidir. Arzulama yetisi, bu varlığın tasarımları aracılığıyla, bu tasarımların nesnelerinin gerçekliğinin nedeni olma yetisidir. Haz, nesne ya da eylemle yaşamın öznel koşulları, yani bir tasarımın, nesnesinin gerçekliğinin nedeni olabilmesi (ya da öznenin, nesneyi gerçek kılıp ortaya çıkaracak eylem yönünde güçlerini belirlemesine yol açabilmesi) arasındaki uygunluğun tasarımıdır.”
Immanuel Kant çarşı içindeki lahmacun-pide salonunun sahibi midir? Neden pratik aklı eleştirir? Suç otopsisi, bir kültürün canileriyle kurbanları arasındaki ince arzulama yetisinin tasarımlarını çözümleyebilir mi?
Habire sorular sorup, garip analojiler kurmak, dolunay gecelerinde uyuyamayanların delirmeye karşı uyguladıkları en etkili silahmış! Oysa ben bunu her zaman kullanır oldum. Ne de olsa (Trier’inki değil ama) bir başka coğrafyanın ikmale kalmış tarih öğrencileri kuşatmış çevremi; kurtuluşu, kaçarı yok!
Hem Dostoyevski hem Gogol ile görüştüm; Hatıralarımı yeniden yazıyorum, şu popkültürümüzün postgerzek sanatçılarından kaçıp gizlendiğim
yeraltından,
notlar halinde!
(2000)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder