17 Kasım 2008

sara smile

yaz karıncalarının gülminesi adacıklara eklembacak yüzüşlerini izliyorsun. yel uçurmuş onları aynasu yüzeyine. çatlak duvarlı beton havuz. balıksız. kırmızı vanalı fıskiyesiyle. lilâ batımlarda çimen buğusu. jöle peltesinde kayar gibi yüzüyor karınca. taçyaprağa tutunuyor, çıktı adasına. ada senin, tepe senin, havuz bizim. bir gülümseyişle seğiriyor bulutlar. pamukşekerci pembe dolamış çubuklara. bir bulut ver şekerci amca, yirmi beş kuruşluk, cırtlak pırıltılı. az önce suladık çimleri. havuzda satranç, pamukprenses kaleye çapraz. çıplak boyunlar. akşam ürpertisi ılgıyor yazsararığı tüylerde. kavuşturuyoruz kollarımızı açmazı düşünürmüşce. kalyonlar yüzdürüyoruz delikan bilgeliğinde. yünkazak sevinciyle ısınıyoruz hemencecik. havuzun gümüşü yansıtmaz olduğunda, içine düşüyor gemici yıldızı. gülkayıklar mendireğe sığındı. yataylar dikeylere saklanbaç. karıncakraliçe kalesine dönüyor. piyon ebe. limanda fırfır yalımlı maytap açılımı. fil sobe. sicilya kulesinde sırça sirenler raksıyor. çingen çalgıcılar cinbalum havalarına geçmiş. buda dingin, peşte panayır. balo geceyarısına değin sürüyor. uyanıyor akşamsefaları. düşleniyorsun; tülperde uçuşuyla çiğleniyor hülyalar. artık seçemiyoruz oyunu. çay demliyoruz küflü hilâl peynire. ayabakan çiçekleriyiz. buruk omuzlara saç değimleri. umuda okşanık, ayna kızgınlıkları umursamaz henüz. hanımeli, anne eli huzuru var yastık kılıflarında. vadideki zambak bile açmamış daha. kösnü, atını terletmemiş. atlar L dolanbaçlarında. kukasız maç, mızıksız saklan/kaç. düşüp dizlerini kanatmış körebe. vanilyalı dondurma kokusu geçiyor kırık lambalı sokaklardan. çimlerin ıslaklığına uzanıyoruz çıplakayak. ablalar yemeğe çağırıyor haylazları; sarımsaklı kabak kızartması var. sonra, anason yayılıyor baygın kavun dilimleriyle.balkonlarda emekli kahveleri içiliyor, hem cıgara. kapı almaca zarları.
radyo karıştırması,
toz şeker,
ince belli camhakkı kesme bardak,
prenses süreyya vesikalı altlık,
prinç kaşık şıngırtısı,
alice’in tavşan kanı köstekli çayı,
oyunu öylece bırakıyoruz çöken karanlıkta. ayabakan çocuklarıyız. çıkıp bahçeden yürüme zamanıdır. evi olmayan köstebek deliğine. yetişkin yağmuruyla sırıl sıçanız. evi olmayan, yollara. oysa, bir çürüyüş ağırlığıyla bulanıverirdik ham hüzünlere. “ayın karanlık yüzü”nü bulurdu bir el; kim kimdi, hangimiz hangisi. çekirdekçi lüksleri briket duvarlı açıkhava sinemasının kapısında parlar, birkaç makara sarımı arada sahibinin sesleri gelip giderdi havuzbaşına. radyonun pili biter, ay yiter çatılar ardında. vadimizde bir bahçıvan dolaşırmış, öylesine.
o’nun gülümseyişine adımlarla. saksafon çığırtkanlığı librafon süreğenliğiyle.
seke seke,
adım adım dokunuyorum şimdi.
öylesine yakalıyıveriyor anıböceklerini yaşlı avcı.
yolcu yıldızına bakınıyor.
kör köstebek yuvasından çıkar mı.
iğdiş duyarlıklar campari esriği cücenin kamburunda sızlıyor.
ayakoyunları; bir adım ötesi.
hiç gündoğumunda görmedim o havuzu.
karınca ters-yüz olmuş, çoktan boğunuk.
yitik atlı/karıncalanmış ayaklarım.
devimsiz, durağan hüznün balı akıyor olgun meyvelere.
kanı/yor/um o’nun gülümüne, alıp götürüyor.
unutuşun sınırlarını çoktan aşındırmış yalancı bir heyecan.
havuzun çatlağı açılayazıyor.
yapış yapış jöle kaplamış tenimi.
buzlar çiçek açmasın, üşüyorum.
günün ilk ışıkları bir çöp kamyonu gibi topluyor gece artıklarını.
uyuya kalıyor bremen mızıkacıları.
kıvrılıp dortop oluyorsun.
yuvarlanıp gidiyor misket.
ilk karın altında
dona kalmış tesbih böceği.
bırak,
bırak,
uyusun.


(aralık 1984, hüsen için, rue ruelle)

Hiç yorum yok: